Pvpserverler I Private serverler I Pvp server I Pvpciyiz.biz I Metin2
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 İmanın Altı Esasını Ne kadar biliyoruz?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
kırşehirli
PvP Server Moderatör
PvP Server Moderatör
kırşehirli


Kayıt tarihi : 11/01/11
Mesaj Sayısı : 195
Teşekkür : 15
Yaş : 29
Nerden : kırşehir

İmanın Altı Esasını Ne kadar biliyoruz?  Empty
MesajKonu: İmanın Altı Esasını Ne kadar biliyoruz?    İmanın Altı Esasını Ne kadar biliyoruz?  Icon_minitimePaz Ocak 16, 2011 3:17 pm

İmanın Altı Esasını Ne kadar biliyoruz?


Allah'a iman

BİZ MÜSLÜMANLAR, her şeyi yoktan yaratan, varlıkla­rın gerçek sahibi olan ve bütün yaratılmışların rızıklarını ve­ren Allah'a iman ederiz.

Onun var olduğuna, tek olduğuna, şeriki ve benzeri ol­madığına inanırız.

Vardır, varlığının evveli yoktur ve nihayeti de yoktur. Mutlak mânâda ebedidir.

Kendi Zâtı ile kâimdir. Varlığının ve devamlılığının bir sebep ve âmili yoktur.

Benzersizdir. Hiçbir şeye benzetilemez.

Diridir, ezelî ve ebedî hayat sahibidir. Hayatının evveli ve sonu yoktur.

Her şeyi bilir, bilgisinin başlangıcı ve sonu yoktur. Son­radan öğrenmez, bildiğini unutmaz. Sınırsız bilir, bir zerre­nin, bir hücrenin açlığını, karanlık bir gecede, karanlık bir mağarada gezinen kara bir karıncanın kara ayağının adımını bilir.

Her şeyi görür. Görmesi için hiçbir alet ve vasıtaya ihti­yacı yoktur. Işık, göz, dürbün gibi şeyler yaratıklar içindir. O sınırsız görür. Bir şeyi görmesine, diğer şeyleri görmekte olması mani olmaz, her şeyi birden görür. Hiç kimse ve hiç­bir şey, Onun görmesinden saklanamaz.

Her şeyi duyar. Bütün muhtaçların, kendi dillerine göre yaptıkları dualarını ve niyazlarını, hiçbiri diğerine mani ol­mayacak tarzda sınırsız işitir. Duymak için kulağa, sese, tit­reşime, telsize, telefona muhtaç olmaktan münezzeh ve be­ridir.

O, sonsuz iradenin sahibidir. Ne dilerse o olur, neye ol derse o olur. Bütün varlıkların şekillerini, suretlerini, mik­tarlarını iradesiyle tayin eden Odur. Milyarlarca insanm yüz görünümünün ve parmak izlerinin farklı olmasını dileyen, herkese ayrı bir sima, ayrı bir suret veren, Onun yüce ve sonsuz iradesidir.

O, sınırsız kudrete sahiptir. Bütün varlıklar, aylar, güneş­ler, yıldızlar, dağlar, denizler, canlılar, cansızlar, bütün âlemlerde yaşanan dur durak bilmeyen değişimler, atomlar­dan kürelere, bütün varlıkların bütün hareketleri, Onun kudretinin eseri ve delilidir.

Bu müthiş nizam ve intizamın, mevsimlerin, gece ve gün­düzlerin değişimi, bu muazzam faaliyet içinde meydana ge­len hadiseler, hep Onun kudretinin sonsuzluğudur. O geceyi bir kitap sayfası gibi çekip çevirir. O mevsimleri koyduğu kanunlarla kolayca değiştirir. Yıldızları, küreleri sapan taşı gibi gezdirir. O feza boşluğunda, bu muazzam trafiği kaza­sız belasız yönlendirir. Çünkü O, her şeye kadirdir.

O, kelâm sahibidir. Konuşur, bütün varlıklarla, kendi dil­leri ve idrakleri ile konuşur. O, soğuk ve buzlanma lisanıyla suya emreder, yumuşacık su buz olur. isi lisanı ile suya, bu­hara emreder, gemiler yürür. Fizik kanunlarıyla atoma em­reder, o küçücük zerre müthiş bir güce ulaşır. O emreder, bir kaç günde bütün dünya, bahar mevsiminde, bir çiçek bahçe­si gibi süslenir.

O Rezzak ismiyle tecelli eder. Bütün canlılar ve muhtaç­lar, kendilerine mahsus sayısız nimetlerle beslenir.

Müzeyyin ismi ile tecelli eder, sinekten semeğe, kaplum­bağadan kurbağaya, yılandan kertenkeleye kadar her şey, nakış nakış süslenir.

O, her şeyi yaratan, yoktan var edendir. O bütün âlemle­rin yaratıcısı yüce Rabbimizdir. O Allah-u Azimüşşandır. Biz bu ölçüler içerisinde, Ona, seksiz ve tereddütsüz bir şe­kilde inanırız.

Meleklere iman

MELEKLERE İMAN, Kur'ân ve hadis-i şeriflerle sabit olan muhkem bir din kaidesidir. Bir kimse, her şeye inansa, ama meleklerin varlığını inkar etse, dinden çıkmış olur.

Tabiidir ki her şeyi maddede arayanlar, maneviyatta kör oldukları için, biz görmediğimiz şeylere inanmayız diyerek, güya bilimsel açıklamalarla ve müsbet ilimle, sağlam yolda olduklarını düşünürler.

Gözleriyle görmedikleri veya laboratuarda inceleyemedikleri şeylerin varlığını kabul etmezler. Bu, onlar için bü­yük bir yanılgıdır.

Bundan iki yüz sene evvel, insanlar elektriği bilmiyorlar­dı. Radyo ve televizyon dalgalan onlar için yabancı kav­ramlardı. Fakat, onların bilmemeleri, olmamasını gerektirmiyordu. Bugün elektrik, hayatın her alanında hükmünü icra edip duruyor.

Amerika'nın keşfinden önce, medeni dünya, Amerika'yı bilmiyordu. Fakat Amerika vardı.

Aklımızı, fikrimizi de göremiyoruz. Bulunduğumuz oda­nın içinde, belki yüz tane televizyon görüntüsü dolaşıyor. Gerekli alıcılarımız, uygun antenlerimiz yoksa göremiyoruz.

Üzüntünün, sevincin ne olduğunu; ölen kimsenin eli, a-yağı, gözü, kulağı yerli yerinde olduğu halde, onun hare­ketsiz kalmasına sebep olan ruhun gidişini göremiyoruz. Daha doğrusu, ruhu göremiyoruz.Bütün bunları görememiş olmamız, onların yok oldu­ğunu ve onları inkar etmemizi gerektirmiyor.

Bu kâinat, Allah-u Azimüşşanın azametine layık bir ge­nişlik ve büyüklüktedir. Ve onun, binlerce maddî, manevî âlemleri vardır. Bunlardan biri de, âlem-i gaybın, yani gö­rünmeyenlerin âlemidir. Yani meleklerin bulunduğu âlem.

Meleklere iman, sadece biz Müslümanların değil, Hıristi­yan ve Yahudilerin de, yani tarih boyunca bütün insanlığın ortak inancıdır.

Bununla birlikte, melekler konusunda, bizimle başka din­lerin mensupları arasında bazı farklılıklar vardır. Onun için, biz, meleklere de dinimizin bize öğrettiği tarzda inanırız. Çünkü doğru iman, İslâm imanıdır.

Melekler nurdan yaratılmışlardır. Yemek, içmek, evlen­mek gibi ihtiyaçları yoktur. Allah'a hiçbir şekilde isyan et­mezler.

Meleklerin en büyükleri Cebrail, Azrail, İsrafil ve Mikail Aleyhimüsselâmdır. Her insanın yaptıklarını kaydeden Kiramen Katibin isimli melekler vardır. Kabirde soru soran Münker ve Nekir melekleri gibi pek çok melekleri, Cenâb-ı Allah sonsuz kudreti ile yaratmıştır.Kadir Gecesinde çeşitli işlerle görevlendirilmiş rahmet meleklerinin yeryüzüne indiklerini, Kur'ân-ı Kerim ifade buyurmaktadır.

Al-i İmran ve Enfal gibi sûrelerde de, meleklerin asker suretinde İslâm ordularına yardım için nüzul ettiği beyan buyurulur. İslâm tarihinde, zorda kalan Müslüman ordula­rının, zaman zaman gaipten gelen böyle meleklerin yardım­larına mazhar olduklarının menkıbeleri sayısızdır.

Başka dinlerde, meleklerin kızlar şeklinde bilinmesi ve ki­liselere vs. yerlere, böylece resmedilmesi ve onlara, hâşâ, Al­lah'ın kızları denilmesi, batıl ve yanlış inanıştır. Melekler, zaman zaman insan suretinde görünürler, fakat onlarda er­keklik dişilik gibi bir cinsiyet durumu yoktur.

Meleklerin ne kadar çok sayıda olduklarını, anlamak için bir hadîs rivayetinde, "Yere inen her yağmur damlası ile bir melek iner" denilmesini bir örnek olarak verebiliriz. Kısacası melekler pek çoktur ve sayısını ancak Yüce Rabbimiz bilir.

Kitaplara iman

RABBİMİZİ TANIMAMIZ, Onun rızasını kazanabilecek yolları öğrenmemiz için bir takım kaynaklar, tebligatlar la­zımdır. İşte Rabbimiz bize, imanı, ibadeti, ahlâkı, kısacası ilâhiyatta ve dinde gerekli bilgi ve mesajları beyan etmek için, ilk peygamber ve ilk insan olan Hz. Adem'den (a.s.) iti­baren kitaplar göndermiştir.

Bu kitapların sayısı, son peygamber Hz. Muhammed Mustafa'ya (a.s.m.) gelen Kur'ân-ı Kerim ile birlikte, yüz dört tanedir. Bunların yüzü suhuf, yani sahifeler olarak gel­miştir, dördü de büyük kitaplardır. Bunlar sırasıyla; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'ân-ı Kerimdir.

Evvelce gelen kitaplar, insanlığın eski devirlerinde gel­diği, yani aradan çok zaman geçtiği ve belgelerin korunma­sının zor olduğu dönemlerde, savaşlar, yangınlar, katliamlar ve istilacı güçlerin yok etmesiyle karışıklığa ve tahrife uğ­ramışlardır.

Hahamlar ve papazlar ve o dinin ruhanileri tarafından, bazen tahmine, bazen yoruma, bazen yakıştırmaya dayalı olarak yazılıp tatbike koyulduklarından, bu kitaplar gerçek­ten inmiş olan Tevrat ve İncil değillerdir. Yüzlerce birbirin­den farklı İndiler vücuda getirilmiştir.

Bizans imparatorları zamanında papazlar, adeta zorlana­rak, İznik'te akdettikleri bir konsülle, eleye eleye İndilerin sayısını ancak dörde indirebilmişlerdir. Bugün, Hıristiyanla­rın elinde, Matta, Yuhanna, Luka, Markus adı altında, birbi­rinden farklı şeyler söyleyen dört adet İncil bulunmaktadır.

Demek oluyor ki bizler, Müslüman olarak "Kitaplara iman ederiz" demekle, Allah'ın, insanlara hak yolunu gös­termek ve bildirmek için kitaplar gönderdiğine inanıyoruz demekteyiz. Bu demek değildir ki, bugünkü İncil ve Tev­rat'ın içindeki her şeyi tasdik ederiz. İnceleriz, Kur'ân'a mu­tabık kısımlarını kabul eder, uymayan kısımlarını reddede­riz.

Esasen, orijinal İncil ve Tevrat da olsa Kur'ân'ın inme­siyle onların hükümleri Cenâb-ı Hak tarafından kaldırılmış­tır. Biz son kitap olan Kur'ân-ı Kerimle amel ederiz.

Nasıl ki tedavülden kalkmış paralar, bir müddet sonra geçersiz kılınırlar. Sahte değillerdir, ancak yürürlükten kal­dırıldıkları için yenileriyle amel edilir.

Kur'ân-ı Kerim de böyledir. Onun gelmesiyle diğer ki­tapların hükmü kalkmıştır. Buna inanmak ve ona göre amel etmek de Müslümanlığın gereğidir.

Peygamberlere iman

ALLAH'IN BİZLERE YOL GÖSTERMEK, dinimizi öğ­retmek, emir ve yasaklarını bildirmek ve Kendisini tanıtmak için gönderdiği elçiler vardır. Biz bunlara peygamber, resul veya nebi diyoruz.

Resul, Allah'ın elçisi, nebi ise Allah yolunun habercisi demektir.

İlk peygamber, dünyaya ayak basan ilk insan ve bütün insanlığın babası Hz. Adem (a.s.), son peygamber ise Hz. Muhammed Mustafa'dır (a.s.m.). Bu iki peygamber arasında pek çok nebi ve resul gelmiş, nübüvvet ve risalet vazifelerini yerine getirmişlerdir.

İşte, kesin sayıları tam olarak bizlerce bilinmeyen pey­gamberlerin hepsine iman ederiz demek ve öylece de inan­mak suretiyle inancımızı ikrar ediyoruz.

Peygamberlerin bir takım sıfatları vardır. Bunlar beş ta­nedir:

1. Sıdk: Onlar daima doğru sözlü, doğru işlidirler. Hiçbir konuda doğrudan sapmazlar.

2. Emanet: insanların en güvenilir kimseleridir. Ne paha­sına olursa olsun bu güvene lâyık olmak onların şiarıdır.

3. Fetanet: Zeki, anlayışlı ve çok yüksek bir akıl ve zekâ düzeyine sahiptirler.

4. İsmet: Son derece masumdurlar. Hiçbir peygamber ömrünün hiçbir döneminde, hatta peygamber olmadan ön­ceki hayatlarında dahi hiç günah işlemezler. Onlar Cenâb-ı Hak tarafından gelecekteki hizmetleri ve ifa ettikleri mu­kaddes vazifeleri sebebiyle günahlardan korunmuşlarçLfr.

5. Tebliğ: Peygamberler bütün İlâhî emirleri ne pahasına olursa olsun tam ve eksiksiz olarak ümmetlerine tebliğ eder­ler. Bunun için hayatlarım feda eden peygamberler vardır.

İşte bu vasıflara sahip olan bütün peygamberlerin getir­diği din Allah indinde hak olan İslâmiyettir.

Yani her birisi­nin tebliğ ettiği esaslar İslâmiyette bulunmakla birlikte, bazı dinlerin tabileri bir takım değişiklikler yaparak o dinin esas­larını tahrif etmişlerdir.
Peygamberler de bizim gibi insandırlar. Yerler, içerler, uyurlar, yorulurlar, zamanı gelince vefat ederler. Fakat onlar insanların en iyileri ve üstün olanlarıdır.

Peygamberlerin Allah tarafından gönderildiklerinin ni­şanesi olan, hasımlarım susturan, dostlarını şevke getiren mucizeleri vardır. Her peygambere birtakım mucizeler ve­rilmiştir. Mucize kâinatın idaresinde Allah tarafından va'z edilen fizik kanunlarına uymayan, alıştığımız ölçülere sığ­mayan, olağanüstü hallerdir.

Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı halde yanmaması, Hz. İs­mail'i bıçağın kesmemesi, Nuh Tufanı, Salih Peygamberin devesi, Hz. Musa'nın asası, Kızıldeniz'in yol haline gelmesi, İsa peygamberin ölüleri diriltmesi gibi olaylar hep peygam­berlerin mûcizelerindendir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in de pek çok mucizesi vardır. Miraca çıkması, bir işaretiyle ay'ın ikiye bölünmesi, taşların ve ağaçların onun peygamberliğine şehadet etmesi, bir kişilik yemekle yüzlerce insanın doyması bunlardan sa­dece bir kaçıdır.

Bu mucizelere de peygamberlere iman bağlantılı olarak iman ederiz.

Âhirete iman

EĞER ÂHİRETE İMAN MESELESİ ve inancı olmazsa, o din sadece dünyalık bir din olur. Ve dünya hayatı ve men­faatleri için ortaya atılan fikirler bütünü olur ki, bu da gerçek bir din olmaz.

Bir kimse, "Ben elhamdülillah Müslümanım, fakat öyle ahiret falan yoktur, Öldükten sonra dirilmek yoktur" dese o kimse mü'min değildir. Çünkü, âhirete iman, bizim iman esaslarımızdan biridir. Kur'ân-ı Kerimin pek çok âyetleri ve Yüce Peygamberimizin sayısız hadis-i şerifleri, bize âhiret olaylarını ve âlemlerini teferruatına kadar açıklamaktadır.

Hemen hemen bütün dinlerin mensupları da, Allah'a inandıkları gibi, âhirete dahi inanmaktadırlar.
Bu varlıklar âlemini böyle güzel ve mükemmel yaratarak kudretini gösteren, bütün muhtaçlara rızıklarını ve ihtiyaçlarını daimi olarak ihsan ederek merhametini gösteren, ana karnındaki çok zayıf yavruları besleyerek şefkatini gösteren Yüce Rabbimiz, dirilmesi olmayan bir ölümle zalimleri ce­zasız bırakarak, mazlumların boynunu bükük bırakır mı?

Elbette herkesin bütün iyiliklerinin mükafatını gördüğü, bütün kötülüklerinin de karşılığını aldığı bir adalet günü ge­lecektir.

Âhiretin, yeniden dirilmenin vukuunu akıllarına sığdıramayanlar ve buna inanmayanlar, bu büyük hadiseyi, be­şerin güç ve kudretine sığıştıramadıkları için inanmıyorlar.

Halbuki kıyamet ve âhireti yapacak ve yaratacak olan, bu gördüğümüz göremediğimiz, bildiğimiz bilemediğimiz bü­tün varlıkları yaratmış olan, geceyi gündüzü kolayca değiş­tiren, mevsimleri bir kitap sayfası gibi açıp kapayan, bütün muhtaçlara rızık yetiştiren, çok kısa bir zaman dilimi içinde bahar mevsiminde dünyayı bir çiçek bahçesine döndüren, bütün âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır.

Yaptıklarını ve yarattıklarını bize gösteren Yüce Rabbi­miz, "Ben bu kâinatı kıyametle helak ederek yenisini kuraca­ğım" diye va'd etmiş ve va'dini de tutacaktır. Çünkü Allah, va'dinden dönmez. O Sâdıku'l-Va'd'dir, söz verdiği şeyi mutlaka yapar ve Kadîr'dir, her şeye gücü yeter.

Yüce Allah, Yasin Sûresinin 33. âyet-i kerimesinde, "Öl­müş yeryüzü de onlar için bir delildir. Biz o ölmüş yeryü­zünü diriltir, ondan daneler çıkarırız da yiyip dururlar" bu­yurarak, her sene bir mânâda, kışın kopan kıyameti andıran fırtınalarla, ölmüş, kurumuş yeryüzünün nasıl diriltildiğine dikkatimizi çekerek, âhirete imanımızı teşvik buyurmakta­dır.

Bizler Müslüman olarak; Ölüm ile ruhumuzun bedeni­mizden ayrılacağına... Kabirde Münker ve Nekir meleklerinin bize sorular soracağına... Kabir azabı denilen bir ön ce­zanın, kabirde meydana geleceğine...

Kabrin, ya bir Cennet bahçesi veya bir Cehennem çukuru gibi ölen kimse tarafın­dan hissedileceğine...

Bütün cihanın, büyük bir kıyamet olayı neticesinde yıkı­lıp harap olacağına... Melekler dahil bütün canlıların, ta­mamen vefat edeceklerine, hiç bir canlının hayatta kalmaya­cağına... Cenâb-ı Hakkın emri ile yeniden diriliş olacağına... Büyük bir mahkemenin kurulacağına ve bu mahkemenin hâkiminin Yüce Rabbimiz olacağına... Haklının haksızın, iyinin kötünün kesin olarak ayrılacağına... Sıratın, mizanın varlığına...Cennetin, Cehennemin bugün dahi halen mevcut bulun­duğuna iman ediyor ve kendimizi ona göre hazırlamak du­rumunda olduğumuza inanıyor ve biliyoruz.

Ruhların, başka bedenlere veya hayvanların bedenine geçtiği şeklindeki bir takım iddialar, zorlamalara dayanan yanlış telakkilerdir ve bizim âhiret inancımıza zıttır. Ayrıca "Ne olursa ruha olacaktır, âhiret ve kabir azabı rüyadaki kâ­bus gibi bir şeydir" şeklindeki telakkiler, âhirete inan­mamanın kuruntularıdır, boş şeylerdir.

Bizler, dirilişin hem ruh, hem de bedenle birlikte vuku bulacağına ve Cennet nimetleri ile Cehennem azabının, maddî ve manevî zevk ve elemlerinin tadılacağına inanırız.

Aksini söylemek, Yüce Allah'a acizlik isnat ermektir. Bundan Allah'a sığınırız.

Kadere iman

KADERE İMAN, iman esaslarının en hassas ve en kay­gan olanıdır. Birçok kimse, kader meselesinde yolunu sa­pıtmış, hatta bazıları da imanını kaybetmiştir.

Kadere imanın "Âmentü"deki sıralamada en son sırada olması, yani altıncı sırada yer alması da bir tesadüf değildir. Yani insan, önce Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamber­lere, âhiret gününe inanacak, sonra bu esaslardan aldığı güç ve kanaatle de kadere iman edecektir.

Kader, kâinatta herhangi bir işin veya bir varlığın mey­dana gelmesini Cenâb-ı Hakkın ezelde bilmiş olması demek­tir. Temsilde hata olmasın, meydana getirilecek çok büyük bir inşaatın, ileride ne şekil alacağını, onun projesini çizen ve inşaatını yürüten mühendisin önceden bilmesi gibi...

Allah-u Zülcelâl, bütün olmuş ve olacak işleri, bütün ya­ratılmış ve yaratılacak olanları, ilm-i muhiti ve ilm-i ezelisi ile bilmektedir ve buna kader denilmektedir.

Bizim Türkçede kullandığımız, "Ne kadar?" ifadesi, ka­der kökünden dilimize girmiş bir kelimedir.

Demek kader, nitelik, nicelik ve zaman yönünden ne olacak, ne zaman ola­cak, ne kadar olacak, nerede olacak, nasıl olacak gibi mu­kadder soruların cevabı demektir.

Kader konusunda iki yanlış düşünce vardır:

1. Kadere inanmayanlar veya "İnsan kaderini kendi yara­tır" diyenler.

2. Kadere inanıp "Allah ne yazmışsa o olur. Beni de de­mek sarhoş yazmış, katil yazmış, fasık veya asi yazmış, benim suçum yok, kader utansın" vs. diyerek, yaptıklarının fa­turasını, suçunu, hâşâ Allah'a ve kadere yükleyenler.

"Kader yoktur" diyenlere, şu soruyu sorarız:

"Hangi anne-babanın kızı veya oğlu olma konusunda bir seçimin oldu mu? Hangi kabileden, milletten, aileden olaca­ğın ve doğum yerinin seçimi konusunda reyin alındı mı? Hangi tarihte doğmak istediğin sana soruldu mu? Boyunun kısa veya uzun olması konusunda fikrin alındı mı? Esmer mi, yoksa sarışın mı olmayı isterdin diye soruldu mu?"

Bütün bu soruları cevaplandırmadaki acizliğin, senin için yüce bir gücün karar verdiğini göstermektedir. Yani, kişi kendi kaderini yaratamaz. Bütün kâinatı bir hane gibi çekip çeviren ve gücü her şeye yeten, her şeyi her haliyle bilen bir kudretin emir ve iradesi ile, takdiri ve hükmü ile bu işler oluyor.

Öyle ise kader haktır. Kaderi inkar etmek mümkün de değildir, doğru da değildir.

İkinci yanlış düşünce tarzı da, "Madem ki kader var, her şeyi yaratan ve önceden bilen Allah'tır. Öyle ise benim su­çum yok, suç kaderindir" diyerek, bütün yaptıkları zulüm ve kötülükleri, hâşâ, Allah'a ve kadere yüklemek şeklindeki batıl inanıştır ki, bu da önceki gibi sapıtmaktır. Çünkü, her­kes kendi ruhunda ve vicdanında, Allah'ın insanlara ve cin­lere bahşettiği imtihan vesilesi ve insanların diğer mahlûka-ta üstünlüğünün sebebi olan cüz'î bir iradenin varlığım his­seder.

Yani, elbette her zaman, her yerde, kader-i İlâhi hâkim­dir. Fakat insanın imtihan olduğu konularda, bir seçim tav­rının bulunduğunu, yani "Ben şimdi şu işi yapacağım, şu ki­tabı okuyacağım" diye bir seçim yapabildiğini biliyoruz. İşte bu seçim ve tercih kabiliyetinin adı, kader meselesinde, "i-râde-i cüz'iye"dir. Bu irade-i cüz'iye de, sadece insanlara ve cinlere tanınmış bir özellik ve imtihan vesilesidir.

Bu sebeptendir ki, insanlar yaptıkları iyilikten mükafat görürler, tercih ettikleri kötülüklerinden dolayı da cezaya müstahak olurlar.

Demek oluyor ki, bizler ehl-i sünnet ve'1-cemaat Müslü­manları olarak, hem kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan ol­duğuna, Onun tarafından yaratıldığına iman ederiz ve hem de kişinin cüz'î irade sahibi kılındığı için yaptıklarından so­rumlu olduğuna inanırız.

Eğer öyle olmasaydı, haşa, Cenâb-ı Hakkın bizi kaderin zorlaması ile bir takım kötülükleri yapmaya mecbur kılıp, sonra da bize Cehennem cezası vermesi gibi tutarsız ve zu­lüm kokan bir muameleye tabi tutmuş olması gerekirdi. Bu ise, Yüce Rabbimizin bütün kemâl sıfatlarla muttasıf olması ve bütün noksan sıfatlardan münezzeh olması ilkesine aykı­rıdır. Allah böyle bir abesten ve zulümden münezzehtir ve yücedir. O hak etmeyenleri cezalandırmaz, mânâsız ve abes iş yapmaz.

Kadere iman etmenin çok büyük dünyevî ve uhrevî fay­daları vardır. Kadere iman, çok büyük zorluklara katlanma­nın ve çok büyük facialardan kurtulmanın da vesilesidir. Karşılaştığımız bela ve musibetlerden sonra, "Ne yapalım, Allah böyle yazmış, takdir-i İlâhî böyleymiş" diyerek ruhu­muz nefes alır.

Böyle diyemeyen insanların bir çoğu, zorluklar karşısın­da yılgınlık gösterir, pek çoğu da olaya olan hazımsızlıkla­rından dolayı intiharlara, hayata küsmeye mahkûm olurlar. Allah'a güvenip tevekkül edenler, kadere rıza gösterip kıs­mete razı olurlar.

Bazı kimselerin, kadercilik falan deyip İslâm'ı küçümse­mek için kullandıkları ithamların, bizim meselemizle hiçbir ilgisi yoktur. Kadercilik demek, tembel tembel oturup "Ar­mut piş, ağzıma düş" demek değildir.

Kader, çevremizde gördüğümüz ve göremediğimiz muh­teşem nizamın plânıdır, projesidir. Allah'ın bütün cihanı ku­şatmış olan sonsuz ve sınırsız ilmidir. Kader, Yüce Rabbi­mizin sınırsız hâkimiyetidir. Kader, imanımızın temel esası­dır. Kader, Müslümanm güç ve kudretinin kaynağıdır. Son söz olarak deriz ki:

"Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı Onun yanında, her şeyin dizgini Onun elindedir. Her şey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korku­lardan kurtuldun." (Mektubât, Yirminci Mektup)


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İmanın Altı Esasını Ne kadar biliyoruz?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İmanın Verdiği Huzur
» 60. LV'e KADAR GÖREVLER
» Cs yerden Göğe Kadar..
» SİZ BU KADAR ADAMI HİÇ BİR ARADA GÖRDÜNÜMÜ
» NFS Serisi 1990\'dan 2009\'a kadar.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Pvpserverler I Private serverler I Pvp server I Pvpciyiz.biz I Metin2 :: İslam ve İnsan Bölümleri :: İslam ve İnsan-
Buraya geçin: