Robert SchumannBir kitapçının oğlu olan Robert Schumann baba evinde
zengin edebi kültüre sahip
bir çevre içinde büyüdü.
Böylece ilk ilhamlarını şiirden aldı. Daha öğrenci
iken şair olmanın hasretini çekiyordu.
Fakat Schubert’in müziğini duyunca, o ana kadar
beslediği fikirlerden daha üstün
bir istek ruhunda canlanmaya başladı.
Jean Paul’un edebi eserlerine ve Schubert’in müziğine
bağlı olararak, kendisini yaratıcı
müzisyenliğe götüren yolda yürümeye başladı.
Babasının vakitsiz ölümü büyük emellerine engel oldu.
Istemiyerek hukuk tahsiline
başlamak zorunda kaldı.
Genç romantik şairlerin yaşadıkları Heidelberg
şehrinde eski arzuları yeniden kabardı.
Orada, Paşestrina’ya mehftun olan hukuk profesörü
Thibaut’un konferanslarına katıldı.
Thibaut’un, evinde tertiplediği özel konserler
Schumann’da derin bir ilgi uyandırdı.
Leipzig’de tanınmış bir piyano öğretmeni olan
Friedrich Wieck’ten dersler aldı.
Tereddütler ve ümitler içinde geçen bu devre
esnasında hayalinde yaşattığı piyano
virtüozu olma arzusu bir rüya olarak kalmaktan ileri
geçemedi.
Bir parmağının sakatlanması piyanist olarak
yetişmesine engel oldu.
Bu talihsizlikten yaratıcı Schumann doğdu. Bundan
sonra bilhassa liedlerle piyano
eserleri yazmak konusunda bestecinin tutacağı yol
tayin edilmişti.
Maddi yaşayış yolu ise bu kadar kesin bir gidiş arz
etmez.
Karşısına birçok engeller çıkmıştır. Bunların
bazıları alınyazısıydı.
Mesela öğretmeninin kızı Clara Wieck’le ancak mahkeme
kararıyla evlenebilmişti.
(Clara Schumann sonradan piyanist ve kocasının
eserlerinin yaratıcısı olarak
tarihi bir şöhret kazanmıştır).
Diğer taraftan Schumann’ın çekingen ve konuşmaktan
sakınan tabiatta olmasında
doğan engeller vardı.
Bunlar, onun toplumla olan münasebetlerini
güçleştirdi. Mendelssohn’un kurduğu
Liepzig konservatuarında, Viyana’da, kendisinin bir
koro kurduğu Dresden’de
ve nihayet her türlü müzik faaliyetlerinin idarecisi
olduğu Düsseldorf’da halleri
tesirini gösterdi.
Ince ve hassas ruhu gürültülü dünyanın karışık
işlerine dayanamayarak kırıldı.
Kendisini Ren nehrine atarak intihara teşebbüs
ettikten bir müddet sonra
ruh hastası olarak öldü.
Bu feci olaya dayanarak bazı dar görüşlü hükümlere
varılmıştır.
Zengin düşünceli Schumann kelimenin tam manasıyla bir
romantikti.
Fakat dünyayı unutarak realiteden uzaklaşan bir sapık
asla değildi.
“Zeitschrift für Musik” adlı dergiyi kurdu ve idare
etti.
Bu dergide “Philister” (dar kafalı) adını taktığı
günün geçici modasına düşkün kimselere
karşı mücadele ederek “Davidsbündler” (Davud birliği
mensupları) adlı muhayyel orduyu
etrafına toplayıp seferber etti, sert tenkitçi
hükümleri ihtica eden yazılarında lehte
ve aleyhte iddiaları tahlil etti.
Cesurane ve müessir bir şekilde çağdaşlarını, bu
arada Chopin, Berlioz, genç Brahms
ve meçhul kalmış Schubert’I tanımak için büyük
gayretler sarf etti.
Bütün bu faaliyetler, şair-müzisyen (bütün devirlerin
müzisyenleri arasında
en çok şair olan) Schumann’ın herkesin bildiği
Schumann’dan farklı olduğunu
gösteren delillerdir.
Schumann kah uyanık ve keskin görüşlü, kah sessiz
sedasız hayallere dalan bir mizaçtaydı.
Şair Jean Paul’un hayali kahramanlarını andıran bir
şekilde ruhunda beliren bu iki şahsiyetine “Florestan ile Eusebius”
adlarını koydu.
Yazılarındaki tenkit lere bile şairane bir ifade
veren Schumann,
hem son derece iç alemine bağlı bir hülyacı, hemde
bizat dilinde olduğu kadar
müziğinde de belirmektedir.
Bilhassa bitiş kısımları hususi lirik tesirler ihtiva
eden liedlerin de, piyano parçalarının
başlıklarında, dört senfoninin, konçertoların ve
ihtiraslı bir güzellik taşıyan oda müziği
eserlerinin form özelliklerinde, fakat hepsinden önce
de eserlerinde olmayan tesirler
çıkaran besteleme tarzında bu husus mevcuttur.
Güzel orotoryolarında ve zengin bir müziğe sahip olan
“Genoveva” operasında lirizmindeki özlü tarafı yüksek
bir seviyeye çıkaran
Schumann aynı zamanda klasizm fikirlerini de
benimsemişti.
Bach’I en iyi anlıyan ve tanıtanlardan biriydi. Bach
hakkındaki oldun bilgisi,
kendi eserlerinde de yeniden yaratıcı ifadesini
bulmuştur.
Schubert hakkında olduğu gibi Schumann hakkında da
değerlendirilecek
birçok önemli bilgiler mevcuttur.
8 Haziran 1810 yılında
Zwickau’da doğdu 29 Temmuz 1856 yılında
Endenich’te vefat etti Oda Müziği ile ilgili ayrıntılı bilgi:Orkestra müziğinden farklı olarak, az sayıda
müzikçiden oluşan küçük topluluklarca,
konser salonundan daha küçük bir salonda çalınır.
Oda müziği topluluklarında orkestra şefi yoktur.
Toplulukta uyum sağlama
ve yönetme işini genellikle çalgıcılardan biri
yürütür.
Örneğin, bir yaylı çalgılar dörtlüsünde bu işi
birinci keman üstlenir.
Geleneksel oda müziği topluluğu "yaylı çalgılar
dörtlüsü" biçimindedir.
Bu iki keman, bir viyola ve bir viyolonselden
oluşur.
Öteki oda müziği toplulukları şunlardır:
İkili: Keman ve piyano ya da ender olarak iki keman,
bazen de keman ve viyola.
Yaylı çalgılar üçlüsü: Keman, viyola ve viyolonsel
(çello).
Yaylı çalgılar beşlisi: İki keman, iki viyola ve bir
viyolonsel ya da bazen iki keman,
viyola ve iki viyolonsel.
Yaylı çalgılar altılısı: İki keman, iki viyola ve iki
viyolonsel.
Yaylı çalgılar sekizlisi: Piyano ve yaylı çalgılar.
Piyanolu üçlü: Keman, viyolonsel
ve piyano.
Piyanolu dörtlü: Keman, viyola, viyolonsel ve piyano.
Piyanolu beşli: Piyano ve bir yaylı çalgılar
dörtlüsü.
Ayrıca flüt, obua, klarnet, korno ve fagot gibi
üflemeli çalgılardan oluşan
oda müziği toplulukları da vardır.
Oda müziğinin kökeni, 16. yüzyılda İtalya' da
bestelenen canzone'iere (şarkı),
madrigal-lere ve İngiltere'de Elizabeth döneminde
(16. yüzyılın ikinci yarısı) yaylı
çalgılar için bestelenen "fantezi"lere dayanır (bak.
Madrìgal).
O dönemde evlerde aileler klavyeli bir çalgı
eşliğinde, yaylı çalgılar için bestelenmiş
yapıtları çalarak kendi aralarında eğlenirlerdi.
Dönemin en ünlü oda müziği bestecileri William Byrd,
Thomas Morley ve Alfonso Ferrabosco'ydu.
Oda müziği 17. ve 18. yüzyılda Avrupa'da daha da
yaygınlık kazandı.
17. yüzyılın sonunda İtalyan besteci Arcangelo
Corelli "üçlü sonat" adıyla yeni bir
oda müziği türü yarattı.
Üçlü sonat sürekli bas'tan ve iki keman ya da iki
flütten başka bir de klavsenden
oluşuyordu.
Sürekli bas bir çalgı değil, kontrbas ya da
viyolonsel ile çalınarak armoniye temel
sağlamakta kullanılan bölümün adıydı.
Bu durumda üçlü sonat için dört çalgıcı gerekliydi.
Corelli'nin üçlü sonat formu sonradan Henry Purcell,
Jean Loeillet, Georg Friedrich
Händel, Georg Philipp Telemann ve Johann Sebastian
Bach gibi
besteciler tarafından da kullanıldı ve geliştirildi.
Oda müziğinde önceleri tek bir çalgıya ağırlık
verilirdi. Ünlü besteci Joseph Haydn
çalgıların eşit derecede görev aldığı ve tümünün
kusursuz bir uyum içinde kullanıldığı
yaylı çalgılar dörtlüsünü yarattı.
Haydn 1760'lardan 1809'da ölünceye değin yaylı
çalgılar dörtlüsü için
82 parça besteledi.
18. yüzyıl oda müziğinin klasik dönemi sayılabilir.
Joseph Haydn,
Wolfgang Amadeus Mozart ve Ludwig van Beethoven bu
müziği geliştirip
zenginleştirdiler.
18. yüzyılda soyluların konaklarındaki toplantılarda
oda müziğinin ağırlıklı bir yeri vardı.
19.yüzyılda Robert Schumann, Johannes Brahms,
Aleksandr Borodin,
Felix Mendelssohn ve Antonin Dvorak yapıtlarıyla oda
müziğine önemli katkılarda
bulundular.
Aynı dönemde, daha çok izleyici önünde çalmak üzere
profesyonel dörtlüler
oluşmaya başladı.
Bu ilk topluluklardan en ünlüsü kemancı Joseph
Joachim'in kurduğu yaylı çalgılar dörtlüsüydü.
20.yüzyılda, müzik dünyasının yeni arayışlara
yöneldiği bir dönemde oda
müziği Béla Bauók, Dmitri Şostakoviç, Claude Debussy,
Maurice Ravel
ve Aaron Copland'ın yapıtlarıyla daha da
zenginleşti.
Oda müziğinde insan sesine yeniden yer verilmeye
başladı.
Oda müziği, özellikle yaylı çalgılar dörtlülerindeki
kusursuz denge
ve uyum açısından birçoklarınca en "katıksız" müzik
biçimi sayılmaktadır.
Kaynak: MsxLabs & TemelBritannica
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]...
Ilk Baskı